7 Mayıs 2016 Cumartesi

I.Bölüm-RENÇBER

     Kitabın ilk bölümü olan Rençber, çoğunlukla Yunus Emre'nin ağzından Molla Kasım'a anlatılmaktadır. Yazarın böyle bir şey yapmış olması güzel. Çünkü ben kitabın başındaki ilk iki hikayeyi okuduktan sonra sanırım bu kitabın devamını da Molla Kasım anlatıyor diye düşünmüştüm. Ama kitap böyle ayrıntılarla daha etkileyici olmuş. Birinci bölüm İbrahim, Temür Alp, Satı Nine, Sitare, Hacı Bektaş, Aslanlı Hünkâr, Samuel, Alamutlu ve Sitare adlı dokuz adet hikayeden oluşmaktadır. Bu hikayelerin hepsini anlatmayacağım çünkü gereksiz bir yorumlama olur. Sadece hikaye aralarında konularından bahsedeceğim. En sevdiğim ve bana göre en etkileyici olanları yorumlayacağım. Birinci bölümdeki hikayelere yapacağım yorumlamaların hepsini bu yayında sizlere sunacağım. Ayrıca sizlere bir sorum olacak. Bu bölümün yorumlamasını bitirdikten sonra yayınlayacağım II.Bölüm'e Geçmeden Önce yayınımda cevaplayacağım bir soru. Bu bölüme neden Rençber ismi verildi? O zaman hız kaybetmeden bölümün ilk hikayesi ve benim en sevdiğim İbrahim ile başlamak istiyorum.

    İBRAHİM

  Bu hikayede Yunus, Molla Kasım'a başından geçen kötü bir olayı anlatıyor. Ve de bu hikayede Yunus Emre'nin ailesini tanıma imkanı buluyoruz. Yunus soğuk bir günde dehşetli bir sıcak hissediyor ve şiddetli bir gürültü duyuyor. Bu güne kadar Usacar'da kimse böyle bir gürültü duyuş değildi. Gürültüyle birlikte çığlık çığlıya bağırmakta olan çocuklarını yani İnrahim ve İsmail'i kucaklayıp evin dışına götürmüş fakat İbrahim'in başından kanlar akıyormuş. O sırada Yunus'un eşi Sitare evde alevlerin ortasında kalmış ve Yunus'ta onu kurtarmak için içeri girmiş. Bu alevin nedeni bacadan giren ateş toplarıymış. Bu ateş topları muhacirler tarafından "uçan cehennem ateşi" olarak
 dile getiriliyormuş. Bu ateş topu Haçlı savaşları zamanında bulunan barutun bir gülle ile patlatılmasının sonucuymuş. Bunları yapanlara orada Çekikgöz denmektedir. Her neyse Yunus, Sitare'yi alevlerin arasından çıkarır çıkarmaz İsmail ve Sitare'yi ahıra taşımış ve evinin altındaki mahzene gizlemiştir. Daha sonra Yunus, İbrahim'in başındaki yaraya iyi gelecek olan bir merhemin Satı Nine'nin evinde olduğu aklına gelmiş ve İbrahim ile oraya doğru gitmişler. İbrahim yolda "Annee!" diye çığlıklar ata ata inliyormuş. Yunus, Satı Nine'nin evine iki hane kadar uzakta iken, evlerden daha yüksek bir alev patlamasının olduğunu ve ateşin önünden üzerine doğru atlarını öfkeyle süren elleri diken topuzlu iki Çekikgöz görmüş.
 
   Bu hikaye söylediğim gibi birinci bölümün en sevdiğim hikayesi çünkü içinde macera, kahramanlık ve tarih gibi nitelikler yer alıyor. Savaş zamanında yaşanan bir olay olduğu için bu nitelikler otomatik
 olarak yer alıyor. Ayrıca hikayenin sonu adeta bir uçurumda asılı kalmış gibi hissettiriyor. Heyecan veriyor. Yazar bu hikayede tarih bilgisini de ön plana çıkartmıştır. Haçlı zamanında bulunan baruttan ve onu bulan Çinlilerden bahsetmiştir. Hikayenin bir diğer yanı ise hiçbir sözcüğün gereksiz yere kullanılmaması ve her kelimenin ayrı bir ayrıntıyı ifade etmesidir. Dolu dolu yaşadıklarını anlatmıştır Yunus. Açıkçası bu hikayeyi okurken bile aklımda bir görüntü hatta savaş filmlerinden bir sahne gibi gözümde canlandı. Acaba Molla Kasım'ın bu hikayeyi dinlerken aklında beler canlanmıştır? Sonuçta Yunus'a kendini affettirmek istediği için güzel bir hayat öyküsü sunmalı. Açıkçası Molla Kasım'a bu hikayeyi hatta bu kitabı okurken imrendim. Çünkü böylesine önemli bir insanın hayat öyküsünü kendisinden dinlemek ayrı bir tattır.

        Temür Alp

   Bu beğendiğim ve yorumlamak istediğim bir hikaye. Bu hikaye bir önceki hikaye gibi Yunus tarafından Molla Kasım'a anlatılmaktadır.
   Bu hikayedeki temel karakterlerden biri Sitare, diğeri ise Temür Alp'tir. Temür Alp hakkında bilgi sahibi olmak isteyenler için biraz araştırma yaptım. Temür Alp'in Anadolu'yu inanç, azim ve iman ile kuran bir yönetici olduğundan bahsediliyor. Bu hikayeyi özetleyecek olursam Ucasar'da yaşanan felaketten sonra köyde canlı kalanlar ,Yunus ve Temür Alp önderliğinde Sarıcaköy'e olan yolculukları anlatılmaktadır. Bu yolculukta Temür Alp bilge bir kişi olarak anılmıştır. Zaten hikaye içinde "Bilge Temür Alp Ata" olarak geçmektedir. Temür Alp Ata Haçlıların Kudüs-i Şerif'e ulaşmalarına nasıl engel olduklarını, devletin başına geçmiş önemli adamları yolculuk sırasında bizlere soru-cevap şeklinde vermiştir. Bu hikayeyi, bir önceki hikaye ile birlikte düşünecek olursak, İbrahim o felakette hayatını kaybetmiştir. Yunus'ta bu durumu "Hiçbir acı, yavrucağımın soğuk yüzünü öperken çektiğim acıya benzemez." şeklinde hüzün ve duygu dolu bir anlatımla gözler önüne sermiştir. Sitare ise yolculuk boyunca "İbrahim'im" diye sayıklıyormuş. Hiç olmasa bir tek evlat acısı çekiyor, diğer yakınlarının felakette hayatını kaybettiklerini bilmiyordu. Bir de onları bilse acısı hiç iyileşmezdi. Yolculuk ilerleyip zorlaşınca Yunus "Allah'ım bize sadece iki saat daha dayanma gücü ver, bize bir umut ver." diye dua etmiş. Tam o sırada Sitare sayıklamasını bırakıp "Haaak, dooost!... Aman, aaah, aman!" diye bağırmış. Ama bu bağırması diğerleri için bir umut ya da başka bir değişle hayata yeniden tutunma için bir adım olmuş. Çünkü bunlar sevinç gözyaşlarıydı. Sitare devam eder "Eğer sorarsanız halimden/ Bir cansız ölüyüm şimdi./ İbrahim'i kurban ettim./ Divane deliyim şimdi."  Bu şekilde bir ağıt yakar.
    Bu hikayenin tarihi bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Çünkü Temür Alp'in anlattıkları devletin savaşlarını ve karşılaştıkları zorlukları açıklayıcı bir niteliktedir. Ayrıca hikayede Danişmendname gibi bazı önemli İslamiyet etkisindeki Türklerin destanları bulunmaktadır. Bu hikaye fazlasıyla hüzün içerikli. Bir annenin yakarışı, bir annenin ağıtı diğerlerinin hayata tutunmasına vesile oluyor. Bahsetmeyi unuttum ama hikayede Sitare'nin gerçek adı olan "Elif" veriliyor. Zaten Yunus, Sitare'ye Elif dedikten sonra Sitare kendine geliyor. Bu hikayede İskender Pala'nın da çok iyi bir tarih bilgisine sahip olduğu açıkça anlaşılıyor. Hikayede Temür Alp tarafından göğüs kabartıcı cümleler ve sözlere yer verilmiştir. Mesela "Bütün insanlar doğru olsaydı yiğitliye lüzum kalmazdı." Bu sözü gerçekten etkileyici. Çünkü kötü niyetli insanlar olmasaydı hayatlarını feda eden insanlarda olmazdı. Ve de hikayede Temür Alp  bir konuşmasından sonra "vesselam" demiştir ( Vesselam= işte bu kadar, son söz budur, bunun ötesi yoktur). Vesselam sözcüğü genellikle bir topluluğun en büyüğünün veya yöneticisinin söylediği bir sözdür. Günümüze yakın bir örnek verecek olursak bu sözü genellikle kabadayılar veya çakırlar söyler. Temür Alp hikayede bir şeyden daha bahsetmektedir. "Kaçarak bir yere varılmaz, iki gün sonra yine aynı felaket gelir." demiştir. Bu bende daha önce duyduğum fakat bana kimin söylediğini hatırlamadığım bir sözü aklıma getirdi. "Kaçmak özgürlük değildir."

         Satı Nine
    Temür Alp hikayesinden sonra gelen Satı Nine hikayesi Yunus ve kafilesinin Sarıcaköy'e yerleştikten sonraki bir zaman dönemini anlatıyor. Hikayenin adı Satı Nine olmasına rağmen hikayede Satı Nine'den çok az bahsetmiş olması ilgimi çekti. Çünkü bir önceki hikayenin ana karakterlerden biri olan Temür Alp hikayeye adını vermiştir. Bu hikayede ise Temür Alp'ten başka önemli karakterlerden de bahsediliyor. Mesela Yunus Emre'nin en yakın arkadaşı Sahip Perende'den ve daha da önemlisi Hacı Bektaş'tan. Bu hikayeden anladığım kadarıyla Yunus ile Hacı Bektaş aynı dönemde yaşamışlardır.

          Sitare
      Satı Nine'den sonra gelen hikaye olan Sitare konu itibariyle Yunus ile Sitare'nin aşkının nasıl başladığını ve bu aşkın temeli olan Allah aşkından bahsetmektedir. Detaya inmek istemiyorum fakat bu hikayede ilgimi çeken noktalar oldu. Mesela Sitare'nin babasının söylediği sözler çarpıcıydı. Babası "Vatan toprağı için gerekirse can bile verilir." sözüyle etkiliyordu. Ve hikayede İbrahim'in İsmail'den büyük olduğu anlaşılıyor. Ayrıca Sarıcaköy'e Çekilgözlüler tarafından yapılan bir baskında Temür Alp'in de hayatını kaybettiği söyleniyor. Bu Yunus için çok üzücü bir durum. Çünkü Yunus Temür Alp sayesinde düşünen, bilen biri haline gelmiş. Aynı zamanda hikayede Aslanlı Hacı Bektaş Veli'nin Yunus'u dergâhına çağırdığı belirtiliyor. Ve de neden Havı Bektaş'a Aslanlı Hünkar dediklerini. Havı Bektaş dergâhında bir aslan ile ceylan beslermiş fakat aslan ile ceylan adeta bir dost gibi davranıyormuş. İşte bu yüzden Aslanlı Hünlar denirmiş.


    Hacı Bektaş 


  Yunus, Aslanlı Hacı Bektaş Hünkâr'ın dergahına varmış. Bozkırın ışığının dergahına. Orada en yakın arkadaşı olan Sahip Perende'yi görmüş. Fakat Perende iyice olgunlaşmış, bilgiye doymuştu. Dergahın girişinde " Hay'dan gelen Hû'ya gider." diye bir yazı asılıymış. Yunus'un buraya gelme amacı Hünkâr'dan buğday istemekmiş. Aslanlı Hünkâr ululardan ulu bir mürşitmiş. Ahmet Yesevi Hazretlerinden öğrenip Sulucakarahöyük'e gelmiştir. Hacı Bektaş Bektaşi tarikatının kurucusudur. Allah'a giden yolun kapısının Hz. Ali'yi sevmek olduğuna inanmaktadır. Edebin insandaki en değerli meleke olduğunu savunmaktadır. Her neyse Yunus bir haftalık sohbet boyunca öğrendiklerini not almış, Sarıcaköy'e geri döndüğü zaman çocuklara bunları ezberletecekmiş. Dergah'ta Hünkâr bile tarlada, bağda, bahçede çalışırmış. Yani Hacı Bektaş'ın himmeti hem maddi, hem de maneviymiş. Hünkâr Yunus'u odasına çağırdığında düşündüğü tek şey buğdayı alıp çabucak evine geri dönmekmiş. Fakat Hünkâr Yunus'a sana buğday mı vereyim yoksa nefes mi diyince Yunus buğday demekte ısrarcıymış. Hünkâr Yunus'a nefes vermek için uğraşmış ama ne fayda? Hünkâr Yunus'a buğdayları vermiş ama verirken şu sözleri söylemiş: "Nefessiz gidilen yolun sonu bulunmaz, karanlıktır. " Yunus'un dergahtan geri dönüşü altı gün sürmüş fakat evine döndüğünde Sarıcaköy diye bir yer kalmadığını, köydeki insanların neredeyse hepsinin öldüğünü görmüş. Bunlara Sitare'de dahil. Sonra Yunus düşünmüş. "Hünkâr'ın söylediği nefes acaba Sitare'ye lazım olan nefes miydi, yani burada ölen her insanın nefesini ben mi kabul etmedim?" diye kendini suçluyormuş. O sırada Satı Nine üstü başı darmaduman bir halde gelmiş: "İsmail'i bulamıyorum Yunus!" Yunus İsmail'i aramaya başlamış sonra  da İsmail'i kendilerini böyle olaylardan korunak için herkesten gizledikleri kuyuda bulmuş.
      Bu hikayenin özetini böyle uzatma nedenim içinde bir sürü olay olmasıdır. Aslında anlatmadığım bir sürü ayrıntı var ama siz bunu okurken genel anlamda konuya hakim olmuş oluyorsunuz. Aslında bu hikayede ilk göze çarpan şey Hacı Bektaş'ın Yunus'a seçim yaptırmış olması. Manevi hayat ile maddi hayat arasında bir seçim. Ayrıca Hacı Bektaş'ın Türk Halk Edebiyatı'nın Tekke-Tasavvuf kolunda yer aldığını biliyoruz. Bu hikayeden çıkardığım bir başka önemli nokta ise Yunus Emre ile Hacı Bektaş'ın aynı dönemde yaşaması. Sonuçta bu iki tasavvuf şairinin şiirleri edebiyatımız açısından oldukça önemli bir niteliktedir.  Aslında bu hikayeyi okurken aklımda Hacı Bektaş hakkında böyle bir kitap var mı merakı uyandı. Çünkü kim bilir Hacı Bektaş kimlere maddi hayat ve manevi hayat arasında seçim yaptırttı?


  Aslanlı Hünkâr

 Sarıcaköy'deki olaylardan sonra Yunus, Sitare'sini kaybetmiş neredeyse başıboş sayılırdı. Ve de aklına şu soru takıldı. "Hakikaten Tebessüm Sultan'ın eşiğine yeniden gitmeli ve teklif ettiği nefesi almalı mıydım?" Bu soru Yunus'u yiyip bitirmişti. Sarıcaköy'de üç adet ocak kalmış ve İsmail dokuz yaşına basmıştı. Ama Yunus dergâha gitmekte kararlıydı. İsmail'i Satı Nine'nin kollarına bırakmış yola koyulmuştu. Ama içinde hala bir endişe vardı. Ya ben yokken Çekikgözlüler, eşkıyalar köyümüzü tekrar basarsa endişesi. Yunus yolda giderken aklına bir soru takılmış. Maddeyi mi yoksa manayı mı tercih etmeliyim?  Her neyse dergâha vardığında gerisingeri kovulmuş. Kovulunca hissettiği duygudan kanı çekilmiş Yunus'un ve sormuş: "Ben buraya nefes almaya geldim" demiş. Dergâhın nöbetçileride biz o kapının anahtarını Tapduk eline verdik. Ve de Yunus düşmüş Tapduk yoluna. Yolda gördüğü her kese Tapduk Emre'nin yolunu sora sora ilerlemiş. Yolda Sitare'yi düşünmeden edemiyormuş. Tam o sırada Hacca gitmekte olan Ucasarlı ihtiyar görmüş. Sorduğunda ise Sarıcaköy'de bir şey kalmamış. Satı Nine ve İsmail'i de götürmüşler. Yunus bunu duyduktan sonra yıkılmış ve kendini suçlamış. Neden İsmail'i yanımda getirmedim diyerek. "Babam varsa bir oğlunun var olup olmadığını düşünüyor mu, beni hiç aklına getiriyor mu acaba? Oeki ya oğlum?.. Oğlum da aynı soruları kendisine soruyorsa" diyerek Tapduk yolundan geri dönmüş.
    Bu hikayede Yunus'un pişmanlığının kendi için ne derece sorun yaratacağı açıkça belirtilmiş. Aslanlı Hünkâr ona buğday mı nefes mi derken aslında hikayede geçen madde mi mana mı sorusunu sormuştur. Aynı zamanda Aslanlı Hünkâr'ın Yunus'un düşüncelerini bilmesi kitabın en başındaki Molla Kasım hikayesinde Yunus'un Mola Kasım'ın düşüncelerini bilmesine benziyor. İkiside aynı duyguyu yani suçluluk duygusunu yaşıyordu. Burada İsmail'inde ilerideki hayatı tehlike altına giriyor. Sonuçta artık onu doğru düzgün yetiştirecek biri kalmıyor. Yunus'un tek şansı oğlunu bulmak. Yani Yunus mana ile madde arasındaki farkı anlamış fakat oğlu için Tapduk yolundan yani Allah'a yaklaşma yolundan geri dönmüştür. Burada bir babanın oğlu veya ailesi için neler yapabileceği gösteriliyor.

       Samuel

    Bu hikayede ise İsmail söz sahibi oluyor. Satı Nine'nin evde olmadığı bir öğle vaktinde İsmail, Moğollar tarafından kaçırılmış ve köle olarak bir celladın yanına verilmişti. İsmail'i köle olarak alan ve onun ustası olan Arn, İsmail'e Samuel diyormuş.İsmail neredeyse bir yıl bu celladın yanında çalışmış. Ve de işkence yapmaktan hoşlanır hale gelmiş. Bir Moğol askeri tepetaklak asılı iken, boynuna bir ağırlığın ipini geçirip sıkıştırmaya artık gönüllü bile oluyormuş.Çünkü İsmail'i köyünden onlar kaçırıp köle olarak satmışlardı. Ustası ise birine işkence yaptıktan sonra hücresine kapanıp saatlerce ağlıyormuş. Bu onun için bir rahatlama metoduymuş. Her neyse İsmail yani Samuel on yaşına girmiş ve artık iyi bir cellat olduğu kanısına varmış. Ve geçen bu bir yılda da Arn Usta'sın bir baba olarak görmüş. Arn Usta gençken bir kızı sevmiş. Ama kız, Arn cellat diye onula birlikte olamayacaklarını söylemiş. Arn cellatlığı bırakmış ve sevgi dolu üç yıl birlikte yaşamışlar. Fakat keşişler Arn'nın cezalandırılması gerektiğini söyleyip karısını ve çocuğunu öldürmüş. Bu olay sırasında Arn Kudüs'te imiş ve hemen geri dönmek istemiş ama zaten o keşiş Kudüs'e gelecekmiş. Arn keşişi öldürüp karısının ve çocuğunun intikamını alıp eski mesleği olan cellatlığa yeniden başlamış. Ve Arn geri dönüş yoluna koyulmuş. Ama bu yolda iken Baycu Han diye biriyle karşılaşıp Tanrı yolundan vazgeçmiş. Arn Usta İsmail'e bu hikayeyi anlattıktan sonra masadan kalkmış ve gitmiş. Ertesi gün Rum gardiyan sarhoş olarak gelip İsmail'e saldırmış. İsmail "Arn Ustaaaaaa!" diyerek çığlık atmış. Gözünü açtığında Arn İsmail'in başını okşuyormuş fakat Rum gardiyan yerde kanlar içinde can çekiyormuş. Usta İsmail'in eline hançeri vermiş, İsmail'de hançeri gardiyanın boğazına saplamış. İşte o zaman İsmail'in Tanrı'ya olan şüphesi başlamış. Fakat akşam yatağında iken İsmai şu sitemi etmiş: "Babacığım, neden beni bırakıp gittin?!.. Allah'ım, ey Allah'ım!.. Varsan, Bir'sen ve beni duyuyorsan ya onu bana getir, ya da onu bana gönder!"
     Bu hikayeyi anlatmamda ki amaç birinci bölüme başlamadan önceki son hikaye olan "Şüphe"'nin ayrıntılarını içeriyor olması.Bu hikayede İsmail'in Tanrı'ya ve babasına olan güveni azalıyor. Çünkü bir celladın yanında çalışmak psikolojiyi darmaduman eder, insan doğru düşünemez. İsmail hikaye oyunca "neden gittin baba?" diye diye kendini perişan etmiştir. Ama bu hikayede dikkatimi çeken şey Arn Usta'nın kendisi. Bir zamanlar Tanrı yolunda ilerlemesi fakat Baycu Han yüzünden bu yolu yürümekten vazgeçmesi üzücü bir durum. Çünkü Arn Usta Tanrı'nın varlığına ve birliğine inansaydı, mesleği cellatlık bile olsa İsmail'e düzgün bir eğitim verebilirdi Yunus'un yokluğunda. Aslında bu hikayede İsmail'in Allah yolunda gitmesine büyük ölçüde etkisi olan Arn Usta'nın, İsmail'in yolunda karşılaştığı bir Baycu Han olarak değerlendirebiliriz. Bir önceki hikayede yaptığım yorumlamaya bakacak olursanız o yorumlamayı yapmamın nedenini bu hikaye açıkça belirtiyor.


      Alamutlu
 Alamutluların Temsili Bir Resmi
   

       Yunus oğlunun yaşadığını biliyor ve onu bulmak için yola koyulmuş. Yaklaşık bir yıl boyunca bozkırda kalmış ve oranın zorluklarını günden güne daha fazla anlama başlamış. Niğde kaldığı zamanlarda hanında iki cinayet işlenmiş. Üstelik bundan başka bir akşamda bir cinayet daha işleniyor. Cinayetin işlendiği günden bir gün sonra bu cinayeti işleyenler ki bunlardan kitapta Alamutlular olarak bahsediyor Yunus'un yanına gelip bütün yaptıklarını anlatmışlar. Ve de "Alamut'un intikamı alındı." diyerek cümlelerine son vermişler. Alamutlular şehir şehir gidip kılık değiştirirlermiş. Yunus Alamutlular'ın oğlunu bulabileceğini düşünmüş ve yardım istemiş. Yunus Alamutlular ile dört hafta yolculuk etmiş fakat İsmail'e dair bir iz bile bulamamış. Artık Alamutlular da Yunus'u yanlarında istemiyormuş ama oğlunu arayacaklarına ve bulduklarında ise Tapduk dergahına bırakacaklarına söz verip yolları ayırmışlar. Yunus artık bozkırda başıboş geziyormuş. yolculuk sırasında bir akşamı Kabiristan'da geçirmiş. Yunus burada nefsinin azınlıklarını azaltmak için kendisiyle akit yapmış. Sabahı yola geri koyulmuş. Ve aklına yine şu soru gelmiş.: "Tapduk'un yanına gidersem beni kabul eder mi?". Bu düşünce onu yiyip bitirirken yolda Sitare'yi görmeye başlamış. Ve Sitare Yunus'un içinde ağlamaya başlamş. Yunus anlamış ki Sitare onun yolumun rehberi, onun doğru yoluydu. Ve Sitare Yunus'a görünmeyi bırakırken "Sen şu karşıda görünen köy var Can Yunus. Karşılaşacağın ilk kişiyi kendine rehber edin." diyerek gitmişti.
      Bu hikaye Yunus'un karşı çıktığı bir dervişi kendine rehber edinme fikrini zorla kabul etmesi anlatılıyor. Çünkü Yunus, Sitare'yi gördüğünde bu yolda tek başına yürüyemeyeceğini anlayıp kedine rehber bulma çabasına girmiştir. Aslında hikayede dikkatimi çeken nokta Sitare'nin Yunus'a (Sitare hayal bile olsa) İsmail hakkında hiçbir şey sormamış oluşu. Acaba Yunus, İsmail'i Allah'a giden yolda mı bulacak yoksa Yunus sadece Allah'a yönelerek sevgisinden ve oğlundan soyutlaşacak mı?

       Sitare

   Bölümün son hikayesi olan Sitare her zamanki gibi Yunus ile Sitare'nin sevgisinin büyüklüğünü anlatıyor. Bu hikayede Yunus bir önceki hikayede Sitare'nin bahsettiği köye gelmiş. Bir namaz çıkışı yaşlı bir adam Yunus'u evine çağırmış. Yemek ikram etmiş. Ve Yunus'a öyle hikayeler anlatmış ki sanki Yunus'un kendi hayat hikayesinin farklı bir biçimde yorumlanmış haliymiş. Yunus bu hikayeleri dinledikten sonr şaşkınlığından bir şey yapamamış. Sonra yaşlı adam Yunus'a : "Bu gece mevlit kandilidir. Bu hikaye sana armağan edildi." demiş. Yunus kabustan uyanır gibi uyanmış ve kendini caminin duvarının dibinde yatarken bulmuş. Yunus bu bir rüya mıydı diye düşünmüş. Ayrıca bu rüya içinde Sitare ve oğullarını görmüş. Yunus hayal içinde hayal görmüş fakat karnı okmuş. Yunus bunu düşündükçe korkusundan titremiş.Sanki Yunus'un nefsi ona bir oyun oynayıp yaşadığı sorunları ona bir gecede göstermişti. Tam o sırada Yunus yumuşak bir ses tonu duymuş. Bir de bakmış ki nur olmuş ve elindeki asa ile yol bularak ilerleyen birini görmüş.
    Bu hikayede en önemli noktaya değinmek istiyorum. Yunus hikayenin sonunda aradığı rehberi bulmuştu. Ve bence bu nurlu adam Yunus'un rüyasında gördüğü, ona yemek ve Yunus'un şaşırdığı hikayeyi anlata adam olabilir. Burada ki başka bir önemli nokta ise Yunus'un sevgiden artık Sitare ve oğullarının hayallerini görmesi. Çünkü zaten Sitare'yi ve İbrahim'i kaybetmiş, İsmail' de bulamıyordu. Bir insanın, bir beşerin üst üste böle acılar yaşamış olması... Ben olsam dayanamaz ve kendi yolumdan vazgeçip bu dünyadan göç edip giderdim.  


Evet birinci bölüm hakkındaki değerlendirmem bu. Umarım sizin bu bölüm hakkında bilgi toplamanıza vesile olmuşumdur. Bu bölümü okurken genel olarak hissettiğim duygu endişe duygusu. Çünkü hani yorumlarım arasında demiştim ya insanı bir uçurumda asılı bırakıyormuş gibi hissettiriyor. Aslında bu hissi sadece bunu söylediğim hikayede yaşamıyorsunuz kitabı okurken yaşıyorsunuz. Yaşam size verilen en büyük ödül, onu iyi kullanın bir sonraki yayınımda görüşmek üzere hoşçakalın :):):):)























































































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder