9 Ocak 2016 Cumartesi

İSTANBUL'UN 100 EFSANESİ

       Tarihsel süreçte önemli medeniyetlere ev sahipliği yapan İstanbul hakkındaki 100 efsane, "İstanbul’un 100 Efsanesi" kitabında toplandı.
       İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ’nin "İstanbul’un Yüzleri" serisi çerçevesinde hazırladığı kitaptan derlenen bilgiye göre, araştırmacı Ferhat Aslan tarafından hazırlanan kitaptaki efsaneler, tabiatla, İstanbul’un kuruluş, İstanbul’un tılsımlı sütunları, İstanbul’un semtleri, İstanbul’un fethi, tarihi yapıları ve İstanbul’un gönül sultanları kategorilerinde toplandı.

Mehmed Emin Tokadi (sayfa 148)

        Sultan I. Mahmud Han'ın İran üzerine ordu gönderdiği sırada,Mehmed Emin Tokadi Hazretleri bir sabah vakti talebelerinden İshakzade Yahya Edendi'nin evine gitmiş ve ondan bir oda istemiş. Sonra kendisi için ayrılan odaya girip tefekküre,murakebeye başlamış. O gün ikindi namazı vaktinde aptes ve namaz için dışarı çıktığı sırada talebesi bir miktar yemek ister misiniz diye sorunca, "Yok Yahya Efendi. Ben senden yemek isteyecek vakti bilirim." demiş. Ertesi gün ikindi vakti neşe ile odadan çıkarak, "Elhamdülillah! Allah dualarımı kabul buyurdu. Sultan Mahmud'dan çok iyilik ve iktam gördüm. Şimdi de ona dua ederek zafere ulaşmasına vesile oldum. Böylece hakkını ödedik. Bugünkü bu saati bir yere yazınız." buyurdu. Daha sonra Sultan Mahmud'un zafere ulaştığı haberi geldi hem de tam Mehmed Emin Tokadi bu sözleri söylediğinde.
         Bu isim bana bir yerden tanıdık geliyor ama neyse. Burada aslında çok güzel bir şeye değinilmiş. Birbirinizin üzerinde hak kalmasın. Mehmed Emin Tokadi Sultan Mahmud'un kendisine iyilik yapması üzerine onun için duayı hiç esirgememiş ve Allah'da dualarını kabul etmiş. Ben bu efsaneyi çok beğendim hatta içlerinden en çok beğendiğim bu diyebilirim çünkü çok güzel bir hayat dersi veriyor.

Bozdoğan Sukemeri (sayfa 130)

      Vaktiyle Kadıköy surları üzerinde bir taş bulunmuş ve üzerinde "İstanbul'a suyu şehrin suları nakledecek" diye bir yazı yazılıymış. Bu yazı bir zaman sonra Bizans İmparatoru'nun hışmına uğramış. Duvarları yıktırılmış,bütün malzemeleri Bizans'a getirilmiş ve birçok yapının malzemesi Bozdoğan Sukemeri inşaatında kullanılmış.
      İstanbul'un çehresini değiştiren en meşhur sukemeri Bozdoğan Sukemeri'nin yapımı bir efsaneye konu olmuştur. Ama taşın üzerindeki yazı sanki geleceği haber veriyormuş gibi. İşte bu kısmı biraz abartı olabilir. Fakat şunu söylemeden edemiyeceğim okurken o taşa o yazıyı kimin yazdığını gerçekten çok merak ettim,hala daha merak ediyorum.

Yılanlı Yalı (sayfa 129)

        Bu efsanede II. Mahmud Bebek sahilinde bir yalıyı çok beğenir. Yanında bulunan Reisülküttap Mustafa Efendi yalının sahibi olduğunu söyleyemez ve yalıyı padişaha vermek istemez. Mustafa Efendi yalının yılanlarla dolu olduğunu söyler ve padişahı bu isteğinden vazgeçirir. Bu olaydan sonra buraya "Yılanlı Yalı" denilmektedir.
         Güzel bir efsane fakat Mustafa Efendi bir padişaha yalan söylüyor. Fazlaca cesaret gerektiren bir şey bu. Ama burada II. Mahmud'un adamlarına ne kadar güvendiği ortaya çıkmış. Çünkü II. Mahmud'un yerinde ben olsaydım yinede yalıya bir bakardım.

Eğri Minare (sayfa 120)

     Rivayete göre Süleymaniye Camii yapılırken birkaç çocuk minareye bakar ve minarenin eğri olduğunu söyler. Bunu duyan Mimar Sinan o zaman bir urgan bulup minareyi çektirelim der. Bir urgan bulunur ve Mimar Sinan işçilerine yalandan minareyi çekmelerini söyler. Sonra çocuğa dönerek, "Düzeldi mi evlat?" der. Çocuk evet cevabını verir. İşçileri niçin böyle yaptığını sorar. Mimar Sinan, "Eğer böyle yapmasaydım,bu minare onun için hep eğri kalacaktı ve ileride herkese bu minarenin eğri olduğunu inandırmaya çalışacaktı." cevabını verir.
      Bu efsane Mimar Sinan'ın en bilindik hikayelerinden biri. Mimar Sinan'ın ileri görüşlülüğü vurgulanmış. Ve de başkalarının düşüncelerine kulak misafiri olsada değer verdiğini vurgulayan bir efsanedir. Ben Mimar Sinan'ın yerinde olsam bu kadar ileri görüşlü davranır mıydım bilmem ama hesaplamalarımı bir daha gözden geçirir ve eğri değilse çocuğa hesapları gösterip kanıtlardım. Ama o daha bir çocuk bu yüzden Mimar Sinan'ın yaptığı en doğrusu.

Şehzade Camii'nin Minarelerinin Gözyaşları (sayfa 116)

        Mimar Sinan'ın çıraklık eserim dediği Şehzade Camii,Kanuni Sultan Süleyman tarafından ölen oğlu Şehzade Mehmed adına yaptırılmıştır. Kanuni'nin üzüntüsünü anlayan Mimar Sinan caminin minarelerine gözyaşı sembolü yapmıştır.
         Bu efsane Kanuni'nin duygularının bile halka yansıdığı görülmektedir. Mimar Sinan burada çok iyi bir şey yapmıştır. Kanuni'yi bir dost olarak görüp,O'nun duygularını anlayıp gözyaşı sembolleri yapmıştır. Ben Mimar Sinan'ın yerinde olsam (tabi o zamanki imkanları bilmiyorum ama) caminin bir minaresine Şehzade Mehmed'in resmini yapardım.

Topkapı Sarayı'ndaki Kutsal Emanetler (sayfa 113)

      Bu efsane Hazreti Ali'nin Topkapı Sarayı'nda bulunan kılıcı ile ilgili. Bu kılıç bazı geceler esrarengiz bir şekilde ortadan kayboluyormuş. Kaybolmasının nedeni bu kılıç savaş zamanı savaşa gidiyor ve savaşıyormuş. Savaş bittiğinde üzeri kanlı halde Topkapı Sarayı'na geri dönüyormuş.
      Bu efsane biraz saçma. Çünkü Topkapı Sarayı'ndaki eşyalar kamera ile izlenip ve güvenlik tarafından korunuyor. Eğer her akşam gidiyorsa bu haber olurdu. Ama bence burada anlatılan efsanenin anlatılmasının nedeni Hazreti Ali gibi kılıcınında özel olması.

Sahn-ı Seman ve Fatih'in Sınavı (sayfa 110)

       Fatih, İstanbul'u zapt ettikten sonra,yaptırdığı kendi adını taşıyan camiin etrafına büyük medreseler inşa ettirmiş ve bu medreselerden birine kende has bir oda yapılamasını istemiş. Medrese hocaları siz ne talebe-i ulumdansınız ne de hacegan sınıfına dahilsiniz. Eğer bir odanız olmasını istiyorsanız imtihan olmanız gerekir demişler. Fatih,derhal imtihan olmuş ve kazanarak kendisine ait bir odaya sahip olmuş.
       Ben bu efsaneyi daha önce okumuştum. Burada Fatih'in eğitime ne kadar önem verdiğini ve Fatih'in ne kadar zeki,akıllı olduğunu anlıyoruz. Ayrıca Sahn-ı Seman'ın şu anki ismi İstanbul Üniversitesi'dir. Bu üniversiteye ayrı bir ilgim var çünkü annem bu üniversiteye gitmişti.

Ayasofya'nın Denize Batan Sunağı (sayfa 105)

       Türklerin İstanbul'u fethettiği gün, Yunanlılar Ayasofya'nın sunağını Türklerin ele geçirmemesi için bir gemiye yükler fakat gemi Marmara Denizi'ne geldiğinde su almaya başlar ve sunak denize batar. Sunağın battığı yer oranın dalgasız olmasından ve güzel kokusundan tanınıyordu. Hatta bir çok insan denizin derinliklerinde bulunan sunağı görebiliyordu.
        Ben bu efsaneyi ilk kez duyuyorum ve Ayasofya'nın bir sunağının olduğunu ilk defa öğreniyorum. Efsanede ayrıca Yunanlar İstanbul'u tekrar fethederlerse, o sunak önceden bulunduğu yere, tekrar Ayasofya'ya getirileceğinden bahsediliyor. O yıllardan beri sunak su içindeyse bana kalırsa çürümüş yani yapısı bozulmuş olabilir.

Hızır'ın Ayasofya'yı Kıbleye Çevirmesi (sayfa 103)

       İstanbul'un fethinden sonra Fatih,şükür secdesine kapanmak ve Ayasofya'yı vamiye çevirmek içşn Ayasofya'ya gitmiş. O sırada Hzır Aleyhisselam'ın Ayasofya'nın "Terler Dilek" ya da "Dilek Sütunu" ds denilen sütuna parmağını sokarak Ayasofya'yı kıbleye doğru çevirdiği görünmüş. Fatih'i gören Hızır görünmemek için Ayasofya'yı tam kıbleye çeviremeden ortadan kaybolmuş.
       Bu efsane biraz abartı. Tamam bu kişiler vardı ama koskoca Ayasofya sadece bir parmakla kıbleye mi döner?

Horoz Baba (sayfa 78)

     Rivayete göre,asıl adı Mehmed olan Horoz Baba fetih ordusunun askerlerindendir. İstanbul'un fethi esnasında horoz gibi öter ve arkadaşlarını bu suretle namaza kaldırırmış. Bu sebeple ismine "Horoz Baba" denmiştir.
      Bu gerçek olabilir. Ben askerler yerinde olsam Horoz Baba'yı savaş esnasında korurdum. Tabi o zaman yaşamıyordum ben. Belki de askerler onu korumuştur bilemem ama ben olsam korurdum.

Ulubatlı Hasan (sayfa 75)

        Genel olarak hepimiz bu efsaneyi biliyoruz. Ulubatlı Hasan Bizans surlarına çıkıp Türk bayrağını surlara diker. Fakat bir sürü ok ce kılıç vücuduna saplanmıştır. Ulubatlı bu haliyle bile gülümsüyordur. Arkadaşları Ulubatlı'ya, "Neden gülüyorsun Ulubatlı?" derler. Ulubatlı, "Neden gülmeyeyim? İki cihanın güneşi Peygamber Efendimiz,şu an İstanbul surlarının üstünde orduya yardım ediyor." der ve mutlu bir şekilde ruhunu teslim eder.
        Bence bu efsane değildir ve yaşanmıştır. Çünkü gerçektende surlara bayrağı diken Ulubatlı'dır. Ve de bu efsanede olağanüstülük yoktur. Tabiki de Ulubatlı'nın bir sürü ok ve kılıç darbesine dayanmış olması her ne kadar mucizevi bir şey olsa bile konu bakımından gerçektir.

Kaybolan İmparator (sayfa 68)

      İstanbul'un fethi yaklaşınca Bizans imparatoru Türkleri durdurabilmek için savaşmaya başlamıştır. İmparator tam öldürülecekken gökten bir melek inip imparatoru bir mağaraya götürmüş. Derler ki, Bizanslılar İstanbul'u tekrar aldıklarında nu melek yeryüzüne inecek ve imparatoru sakladığı yerden çıkaracakmış. 
       Bu efsane tam bir saçmalık. Nedenlerinden biri melekler Allah'ın yarattığı iyi kalpli kullardır ve Bizans kötü bir imparatorluktur. Şimdi melek iyi ise Bizans'a neden yardım etsin. 

Üsküdar (sayfa 62)

     Bu şehrin ilk ismi,Hrisopolis'tir. Buraya Üsküdar denmesi burada Üskutarı diye bir ordunun bulunması gösterilmektedir
      Başka bir hikayede Evliya Çelebi "Kadıköy semti kurulduktan sonra Üsküdar evleri Kadıköy'ün yeni evleri karşısında "eski" ve "dar" kaldı. Bunun üzerine eski ve dar kalan nu semte, 'Eskidar' dendi zamanla bu isim 'Üsküdar'a dönüştü." der.
       Bence ikiside mantıklıdır ama ilki biraz çelişkili çünkü sadece burada bir ordunun bulunması buraya Üsküdar isminin verilmesinde rol oynar mı bilemiyorum.

Kazlıçeşme (sayfa 59)

     İstanbul kuşatıldığınds Bizanslılar Türk askerleri susuz kalsın diye çevredeki tüm su kaynaklarını zehirlemiş. Baş gösteren su sıkıntısı,orduyu yıpratmaktaymış. Tam da bu esnada ordunun karşısına bir kaz çıkıp yeri kazmaya başlamış. Kazdığı yerden bir su kaynağı çıkmış. Askerler büyük sevinç içindeymiş ve buraya çeşme yapmışlar ve bu çeşme kaz anısına yapıldığı için ismine "Kazlıçeşme" denmiş. Daha sonra bu çeşmenin bulunduğu yere de aynı isim verilmiş.
      Bu efsane bir hayvanın iç güdüsünün neler yapabileceğini göstermiştir. Hayvanların suya gitme konusunda bir iç güdüleri vardır ve efsanede bu açık olarak belirtilmiştir. Bence efsane gayet mantıklı.

Kandilli (sayfa 58)

       Bu efsane diğerleri gibi Kandilli isminin nereden geldiğini anlatmaktadır. IV. Murad Revan fethinden dönmüştür. Bugün Kandilli olarak anılan bu semtte doğan Şehzade Mehmed için yedi gün yedi gece kandil yakılarak şenlik yapılmıştır.

       Benim böyle efsaneler üzerinde fikrim sabit. Çünkü efsanelerin bir kısmı yaşanılan coğrafyanın nasıl isimlendirildiğini açıklar. Bunu da halk üzerinden yapar. Bu yüzden bana göre bir yere isim koyulma efsaneleri gerçektir.

Salacak (sayfa 57)

        Bu efsane Salacak yerinin isminin nereden geldiğini anlatmaktadır. Salacak yer olarak Üsküdar'da yer alan Şemsipaşa ile Harem arasında,Kızkulesi'nin karşısında bulunan kıyı ve arasındaki tepenin bulunduğunu semtin adıdır. Osmanlı dönemine ait olan bu efsanede Fatih,İstanbul'u fethettiğizaman,yanında bulunanlara, "Askerleri nereden salalım..." demiş. Kumandanlar Fatih'e, "Şu yokuştan salın!" demişler. Bu hadiseden sonra bu yerin adı "Salacak" olmuş.

         Bana göre bir yere isminin verilmesi olayları gerçek olabilir. Bu efsanede bence gerçektir. Fakat yerin ismi bana göre "Salalım" olmalıydı.

Kıztaşı (sayfa 50)


      Efsanede bugün Fatih'te bulunan bir sütundan bahsediliyor. Bu taşın altından geçen genç kızlar,evli kadınlar eğer bir günah işlemişlerse, analarından,babalarından,kocalarından habersiz erkeklerle yasak ilişkiler kurmuşlarsa taş hemen eğilip bu günahkârları belli ederdi. Bu özelliği yüzünden Kıztaşı denmektedir.

       Şimdi bu bir taş. Bükülemez,eğrilemez ve bir insanın ne suç işlediğini bilemez. Bence bu sütun hakkında böyle yalan bir bilgi verilip halk (özellikle kadınlar) üzerinde psikolojik baskı yapılmaya çalışılmış olabilir.

Çatladıkapı'daki Tılsımlı Sütun (sayfa 47)


      Bu efsanede tunçtan yapılan bir dev heykelinin sanki bir savunma birimi gibi İstanbul'u korumasından bahsediliyor. Düşman gemileri İstanbul'a saldırdığında tılsımlı dev heykeli ateşler saçarak düşman gemilerini ve düşmanları yakıp İstanbul'u tehlikelerden korurmuş.

      Nedense tılsımlı efsanelerde yapılar sütunlar,heykeller hep tunçtan yapılma. Bu efsanede de tunçtan bir heykel söz konusu fakat sadece tunçtan bir heykel düşman geldiğinde onu yakıcağını nasıl anlasın.

Aristatalis'in Altımermer'de Yaptığı Tılsımlı Sütun (sayfa 43)


       Bu efsane biraz kısa. Aristatalis'in Altımermer'de yaptığı tunçtan, birbirlerine sarılmış genç ve güzel bir çiftin heykeli varmış. Ne zaman karıkoca birbirine darılsalar,eşlerden biri gelip bu heykele sarılırmış ve çift barışırmış.

        Bu efsane sanki bir batıl inanç üzerine yazılmış gibi. Çünkü sadece tunçtan bir heykel moral düzeltmez. Bence bu efsane yatar yani saçma.

Yeni Roma'nın İnşası (sayfa 39)



        Bu efsanede bence Konstantin'in yaptığı bir iyilikten bahsedilmiş. Konstantin bütün senatörleri bir vazife üzerine İran'a gönderdi. Bu arada hepsinin mühürlerini çalmayı da unutmadı. Senatörler yola çıktıktan sonra hepsine Roma'daki ev ve bahçelerin planını yaptırdı ve aynı ev ve bahçeler Bizans'ta inşa edildi. Her şey bittikten sonra senatörlerin ailelerine birer adam gönderdi ve ailelere mühürlerini göstererek onları Bizans'a davet etti. Senatörler Bizans'a yaklaştıkları zaman imparator onları karşıladı ve kısa zamanda ailelerinizi göreceksiniz dedi. Halbuki Roma'ya daha çok yol vardı. 
       Hakikaten o akşam senatörler Roma'daki evlerin aynısını Bizans'ta gördükleri ve içlerindede ailelerini gördükleri için çok sevindiler ve Yeni Roma'da yaşamaya başladılar. 
  
       Efsane de Konstantin'in mühürleri çalması bir iyilik. Çünkğ aileleri Bizans'a çağırmaya ikna etmek için ailelere mühühleri göstermeleri lazım. Bence bu efsane sonuna kadar gerçek. Çünkü olağanüstülük yok ve de gayet mantıklı. 

Meleklerin İnşa Ettiği Surlar (sayfa 37)


       Rumlar İstanbul surlarının melekler tarafından inşa edildiğine inanırlar. Aziz Konstantin beraberindeki birçok gemi ve ordusuyla İstanbul'a gelir. Tanrı'nın bir meleği Konstantin'e görünerek, "Burada yerleşmelisin,fakat sakın arkana bakma ve atını yola çıktığın yere sür." der. İmparator bu sözlere uyar. Yarım gün boyunca atını sürer ve ata bindiği yere bir gelirki nereye baksa surların yükseldiğini görür.

        Bı efsane saçma çünkü melekler benim bildiğim kadarıyla sadece peygamberlere görünür. Birde Aziz Konstantin'in başındaki tacın da Tanrı'nın gönderdiğine söz değinilmiş. Yani bunun hakkında konuşmaya gerek yok.

Perilerin Şehri (sayfa 32)


      Efsane insanoğlunun daha yaşamadığı zamanda bile İstanbul'un en güzel şehir olduğunu vurguluyor.

      Efsanede bir cinin aşkından söz ediliyor. İnsanoğlunun yaratılmadığı günlerde cinler varmış. Bunlar tıpkı biz insanlar gibi toplumsal hayata sahip varlıklarmış. Bu cinlerden biri aşık olmuş. Aşık olunan cinin babasıda kendinize dünyanın en güzel yerinde saray yaptırırsan sana kızımı veririm demiş. Oğlanda İstanbul'u seçmiş. Sarayı yaptığı yer Boğaziçi'ymiş. Sarayı gören babası kızı vermiş ve söz verdiği gibi evlendirmiş.

       Efsane dinimiz açısından uygun çünkü dinimizde de bahsedildiği gibi cinlerinde bizim gibi yaşam tarzları olduğu söyleniyor. Ama bu efsane bana göre biraz abartı çünkü insanların yaşamadığı dönemde olmuşsa nasıl böyle olduğunu ortaya atmışlar.

Küçükçekmece Gölü (sayfa 28)


        Bu efsane adından da anlaşılabileceği gibi Küçükçekmece Göl'ünğn nasıl oluştuğunu anlatıyor.

        Nur yüzlü,uzun sakallı bir ihtiyar karnını doyurmak istemesi üzerine kapı kapı dolaşıp yemek istemektedir. Bu ihtiyara bir kadın kapı açar ve yemek verir. İhtiyar yemeğini bitirdikten sonra dua eder ve kadına: "Çocuklarını al ve bu köyden uzaklaş ama sakın arkana bakma der." der. Kadın çocuklarını alıp uzaklaşmaya başlar fakat merakına yenik düşüp arkadına bakar. Köy çökmüştür ve yerini sular almıştır. Buraya "Çökmece Gölü" denmiştir ama ismi zamanla "Çekmece Gölü"ne dönüşmüştür.

       Efsane gayet mantıklı ve efsane hiç olağanüstülük yok. Bence bu efsane gerçek.

İstanbul Boğazı (sayfa 26)


         Bu efsane Büyük İskender'in Kıdafe'den intikam almak istemesi üzerine nasıl İstanbul Boğazı'nı kazdırdığını anlatıyor. Hemde halktan seçtiği yedi yüz bin kişiyle.

         Efsane olduğu için tabiki bunda da olağanüstülükler var. Bu efsanede benim dikkatimi çeken olay yedi yüz bin kişinin İstanbul Boğaz'ını kazması. Çünkü bu gerçek de olabilir yalan da.

Marmara Denizi'nin Oluşumu ve Âb-ı Hayat (sayfa 24)

           
         Bu efsanede Büyük İskender çok bilinmedik bir dereye gider. Derede güzel mi güzel balıkları görür. Balıkları yakalayıp pişirmek ister ama yakalayamaz. Sonra İskender arkasından birinin sesini duyar. Adam İskender'e balık tutmak ülkeleri feth etmeye benzemez der ve adam elini suya daldırıp balıkları yakalar ve İskender'e verir. İskender hemen ateşi yakar fakat balıklar bir türlü pişmez. İskender ateşi dağlar kadar büyük yapar fakat yinede balıkları pişiremez. İskender balıkları dereye geri atar ve balıkları hiçbir şey olmamış gibi yüzmeye başlar. İskender sinirlenir ve adama bu balıklar büyülüydü. Bunları bana benimle alay etmek için verdin der ve adamın başını keser. Adamın vücudundan sular seller gibi kan akmaya başlar ve bu kanlar suya dönüşür. İskender sulardan kaçmaya başlamış. Arada kalan yerler denize dönüşmüş. Sonra İskender başı kesilen adamdan bir ses duyar: "Ey İskender o balık tutmaya çalıştığın dereden Âb-ı Hayat akardı. Balıklar bu yüzden 
pişmedi." der. İskender geri dönmek ister ama artık arada koca bir Marmara Denizi oluşmuştur. 
       Bu efsanede fazlasıyla olağanüstülükler var. İskender'in yerinde ben olsaydım orada fazla ön yargılı olup adamın başını kesmezdim. İlk önce balıklar neden pişmiyor diye düşünürdüm. Bunların yanı sıra bence bu efsane saçma çünkü İskender zaten bu dereye balık turmak için giriyor yani Âb-ı Hayat suyuna temas ediyor. Geri dönmeye çalışmasının bir anlamı yok.